Tek Göz, Horus, Nazar Boncuğu, Masonluk ve Deccal
Hazırlayan: Akhenaton
1. Bölüm
Eski Bir Mısır Sembolü Olarak Her Şeyi Gören Göz: Horus’un Gözü (Wedjat)
Horus, Eski Mısır dininde bir gözü ay, bir gözü Güneş olan şahin biçimindeki
Tanrı’nın adıdır. Horus, Anıtlarda bir atmaca ya da milan çaylak ile temsil
edilmişti.[1]
Efsaneye göre Horus, Osiris’in oğludur ve babasının cesedinin tohumundan
oluşur. Horus büyüyüp güçlenene kadar İsis, onu saklar. Horus, güçlenir ve Seth
ile savaşır. Bu savaşta Horus Seth’in hayalarını koparır. Seth de Horus’un
gözünü parçalar [2] ve Horus, çıkan gözünün yerine “Uraeus”
adlı bir yılanı takar. Bu yılan daha sonradan firavunların egemenlik simgesi
olmuştur.[3] Annesi İsis parçalanan gözü yeniden tek parça haline
getirir, ama o göz görmez. Horus, tek gözlü olarak yaşamaya devam eder.[4]
(Güneş ve ay tutulması, Horus’un gözünün parçalanması ile oluşur) Savaşı kazanan
Horus, gözünü geri alır ve onu babasına armağan eder. Horus, Osiris’in ardılı
olarak gösterilir. Bazı anlatılara göre Horus ile Seth arasındaki savaşta tanrı
Tot, hakemlik eder ve savaşa son verir. Savaşta Seth yenik düşer. Osiris ölüler
dünyasısın kralı iken savaşın sonunda Horus yaşamın kralı olur. Seth ise her
türlü kötülüğün tanrısı olmaya devam eder.[2]
Horus’un gözü, manevi anlamıyla, vicdanın gözünden hiçbir şeyin
kaçmayacağını, insanın iç âlemindeki her niyetini ve yaşamdaki her davranışını
gözden kaçırmayan bu merhametsiz yargıcın keskin bakışını sembolize eder. Bu
vicdanın 24 saat kapanmadan açık kalan gözüdür. Bu yüzden Güneş ve Ay, Horus’un
gözleri olarak ifade edilir. Çünkü Güneş ve Ay’ın her ikisi nöbetleşe, gece ve
gündüz insanın üzerinden eksik olmaz, Horus’un 24 saat açık kalan gözleri gibi.
(Bu nedenle Horus’un gözü güneşle temsil edilen Ra’nın gözü olarak da ifade
edilir.) Bu, vicdanın karşıtı olan nefsaniyetin hiç işine gelmez; nefsaniyeti ve
kötülüğü temsil eden Seth de bu yüzden bu gözü çıkarmaya çalışmıştır. Eski Mısır
mitolojisine göre Horus, sonunda bu gözünü babası Osiris’e vermiş ya da
Osiris’in kullanımına bırakmıştır.
Horus’un gözü, biçimsel anlamıyla, Tanrı’nın "bir"liğini (tekliğini)
matematiksel olarak gösteren bir semboldür. Bu anlam şöyle açıklanır: Bir bütün
ikiye bölündüğünde 1 / 2 elde edilir. Bu da ikiye bölündüğü takdirde 1 / 4 elde
edilir. İşleme bu şekilde hep ikiye bölme ile devam edilirse sırasıyla, 1 / 8, 1
/ 16, 1 / 32 ve 1 / 64 elde edilir. Bunların tümü toplandığında ise 63 / 64
bulunur. Buradan şu sonuç çıkar: Bir bütün, sürekli olarak ikiye bölünmeye devam
edilirse, toplam değerde, sonsuzluk hariç, hiçbir zaman bire, birliğe
ulaşılamaz; yalnızca Mutlak (Allah) bir’dir. Horus’un gözü “glifler”
denilen parçalardan oluşur ki, bu altı parça, sırasıyla, 1 / 2, 1 / 4, 1 / 8, 1
/ 16, 1 / 32, 1 / 64’ü ifade eder.[1]
Geleneğe göre, Horus’un gözü Seth adlı tanrı tarafından parçalanmıştı. Bu
parçaları Thot adlı tanrı (ibis kuşu ile temsil edilen tanrı) bir araya
getirerek Horus’u yeniden göz sahibi etmişti. Bu gözün muhtelif kısımlarını
temsil eden kesirlerin toplamı 63 / 64 etmektedir. Bu sebeple, Thot’un sihir
yoluyla buradaki noksanı tamamladığı Kabul edilmekteydi.[5]
Reçete kelimesinin asıl kaynağını Eski Mısır’da aramak gerekir. "Horus’un
Gözü" ya da daha bilindik adıyla "Tanrı Ra" ve onu, temsil eden
"Ra’nın gözü" sembolü reçete kelimesine kökenlik etmiştir.[6]
Horus’un gözünün basit bir şekli olan R harfi, Galen’den günümüze ilaç
reçetelerinde (R ya da Rp) kullanılmaktadır.[7][8] Tıp tahsilinin bir
kısmını Mısır – İskenderiye’de tamamlayan Galenus, hastalarına etkili olabilmek
için kullandığı bazı mistik semboller yanında Ra’nın Gözü Hiyeroglifinden de bir
telkin aracı olarak faydalanmıştır. Galenus’u örnek alan hekimlerde aynı yolu
takip ettiklerinden, bu sembol, zamanla esas kaynağından uzak diyarlarda ne
anlamı olduğu bilinmeden, daha sade çizgilerle ifade edilmeye başlanmıştır.
Temelde makyajıyla zaten R harfine benzeyen Horus’un gözü şekli, çizgilerin
basitleşmesiyle tamamen R harfi şeklini almıştır. Bu sebepledir ki eczacılığın
Ortaçağ’da ayrı bir dal olarak ortaya çıkışıyla R ‘ye yeni bir anlam
uydurulmuştur. Bu dönemde tıp dili Latince olduğundan, hekimin eczacı tarafından
hazırlanmasını istediği ilaçların terkibini yazdığı reçetelere "alınız"
anlamına gelen "recip" kelimesinin ilk harfi olduğu ileri sürülmüştür.
Daha sonra Fransızca’nın Avrupa’da tıp dili olarak kullanılması sırasında yine
aynı anlama gelen recipez’nin iki harfi Rp kullanılır olmuştur.[6]
Horus’un Gözü, Nazar Boncukları ve Tılsımlar
Eski bir anadolu inancının camdaki yansımaları İnsanlık tarihi boyunca, her
kültürde ve dinsel inançta, göz figürü kötülükleri savan güçlü bir tılsım olarak
kabul edilmiştir… Bu figüre, Musevi, Hıristiyan ve İslam kültürlerinin yanı
sıra, Budist ve Hindu toplumlarda da rastlıyoruz. Bu ortak gelenek Anadolu’nun
3000 yıl öncesine dayanan cam sanatında yeni bir kimlik kazanır. Anadolulu bir
cam ustası, göz figürünün gücünü ateşin gücüyle birleştirerek yepyeni bir tılsım
yaratır:
O zamandan bu yana insanlar, kötülüklerden korumak istedikleri her şeye nazar
boncuğu iliştire gelmiştir. Yeni doğmuş bebeklerden, bindikleri ata, hatta,
evlerinin kapılarına bile… Nazar boncuğu geleneği Anadolu’da hâlâ
yaşamaktadır. Sayıları giderek azalan nazar boncuğu ustalarının hünerli
elleriyle biçimlendirdiği ışıltılı göz boncukları, Anadolu’dan dünyanın dört
bucağına yayılmaktadır.[9]
Eski
kültürlerde yaygın olarak rastlanan ve bizim ‘Fatma Ana’mızın Eli’ olarak
bildiğimiz hamsas adlı tılsımın rengi genellikle mavidir. Bu, beş parmağın ve
avuç içinin belirgin bir şekilde görüldüğü, ortasında bir göz işareti bulunan
bir tür el ikonudur. Bazı kültürlerde mavi nazar boncuklarına ek olarak, hamsas
tılsımları da pencere ya da kapıların kenarlarına koruma amacıyla asılır.[10]
Tılsım Anadolu’ya geldiğinde bazı değişimlere uğramıştır. Bugün Anadolu’da
her yerde görebileceğimiz nazar boncuğu Horus’un gözü kökenlidir.[7]
Horus’un gözü, bir çok toplumda yaygın bir inanışı ifade eden nazar ve göz
değmesine karşı koruyucu olacağına inanılan nazar boncuklarına da esin kaynağı
olmuştur.[11]
Nazarın ve nazar boncuğunun izleri, Mısır’a M.Ö. 4800-M.Ö. 5000 yıllarına
uzanıyor. Dünyadaki tüm kötülükleri gören Mısır imparatoru Osiris’in gözünün,
yoksulluğu ve cehaleti uzaklaştırdığına inanılırdı. Oğlu Horus, gözlerini
açtığında ortalığın aydınlandığı (iyilik) kapattığında karanlık (kötülük) olduğu
düşünülürdü.
Güneş tanrısı Osiris’i öldüren Seth’den öç almak isteyen Horus’un gözü, kavga
sırasında aynı zamanda amcası olan karanlıklar ve kötülükler tanrısı Seth
tarafından parçalanır. Bilimlerin ve tıbbın kurucusu olan Toth parçaları toplar
ve gözü eski haline getirir. Ancak 1 / 64’lük parçası eksiktir ve bu parça,
Toth’un büyü ve sihir gücü tarafından tamamlanır.[12]
Daha sonra Horus’un bu gözünü simgeleyen hiyeroglif resim, uzak görüşlülüğün,
beden dokunulmazlığının ve sonsuz doğurganlığın simgesi olarak, gemi, araba
mumya, vazo gibi nazardan korunması gereken gereçlerin üzerine çizilmeye
başlanmıştır.[13] Mısırlılar önem ve değer verdikleri her şeyi,
koruyabilmek için üzerine Horus’n gözünü çizdiler. Bu çizimler daha sonra
Anadolu’ya ulaştı ve büyük bir olasılıkla onu ilk defa Fenikeliler (M.Ö.
2500-M.S. 65) cam üzerine geçirdi.
Bugün bir nazar boncuğuna bakarken, binlerce yıldır kesintisiz devam eden bir
süreci bir saniye daha ileriye taşıyoruz. Birisine nazar boncuğu hediye ederken,
aslında binlerce yıldan bu yana devam eden bir geleneği sürdürüyoruz. Toth ile
başlayan süreçte, kendi dilimizde yer eden deyimi seçerek, bazen inanarak bazen
de turistik bir şirinlik yaparak, Anadolu’nun cam ustalarının tarihle yaşıt olan
ateşle ortak çalışmasını geleceğe aktarıyoruz.[12]
1 Amerikan Doları’nda Tek Göz
Piramit içindeki göz sembolünü Amerikan doları üzerinde görmekteyiz. Aslında
bu sembol Amerikan Birleşik Devletleri Devlet Mührü’nde bulunmaktadır. İlk
bakışta, Amerika Birleşik Devletleri’nin kurucularının birçoğunun Mason
oldukları için bu sembolün kullanıldığı akla gelmektedir. Ancak, Masonik Yazar
S. Brent Morris bunun böyle olmadığını, bu düşüncenin komplo teorisyenleri
tarafından Masonlar aleyhine kullanıldığını ifade ediyor. Onlara göre, diyor,
ABD Devlet Mühüründeki sembol Masonların dünyayı yönettiklerini veya “Yeni
Dünya Düzeni”ni dünyaya dayattıklarını gösteren şeytani bir işarettir.
Müellif, söz konusu mührü tasarımlaması için kurulan üç komiteden yalnız 1776
kurulan birinci komitede yer alan Benjamin Franklin’in Mason üye olduğunu ve
dolayısıyla amblemin tasarımlanmasında Masonik etkinin bulunmadığını ifade
ediyor. 1782’de Kongre tarafından kabul edilen mühürdeki sembolün anlamını o
zamanki Kongre Sekreteri Charles Thomson ile Sanatçı Danışman William Barton
şöyle açıklıyor: Piramit, kuvveti ve kalıcılığı, üzerindeki göz ise Tanrının
Amerikan davasına rehberliğini, davanın koruyucusu olduğunu remz eder.
Her şeyi Gören Gözün, Masonik sembol olarak resmen ilk kullanımı ve tanımlanması
1797 yılına rastlamaktadır, yani Kongrenin bu sembolü kabul etmesinden 14 sene
sonrasına. Bunun yanında bu amblemi ilk tanımlayan Thomas Smith Webb’in
sembolizması Mühürdeki sembol tanımından farklıdır. Kaldı ki, Webb’in
tanımlamasında göz üçgen içinde değil yarım bir hâle içindedir.[14]
1 Amerikan Doları’nda 666 (MDCCLXXVI)
1 Amerikan Doları’nda, tamamlanmamış piramidin üzerinde Taban çizgisi boyunca
bütün rakamları topladığımızda 666 sayısını elde ederiz. Önce 3 boyutlu bir
üçgen çizelim ve her boyutuna MDCCLXXVI sayısını üst, sağ ve sol yönlerinde
sırayla yerleştirelim ve taban sayısındaki rakamları toplayalım:
D = 500
C = 100
L = 50
X = 10
V = 5
I = 1.
D+C+L+X+V+I = 500+100+50+10+5+1 = 666.[15]
Yer alan piramit, ünlü Büyük Giza Piramidi’dir. İlginç olan ise Giza Piramidi
ile Kabala arasında ilişki olmasıdır. Gül-Haç ve mason ökültistleri, Büyük
Piramit’in basamakları ritlerdeki dereceleri temsil ettiğine inanırlar.
Piramidin en altında Roma rakamıyla "MDCCLXXVI" yazmaktadır. Bu tarih,
M:1000 D:500 C:100 L:50 X:10 V:5 I:1 ise bu tarih; 1776 Yani ABD’nin doğum günü.
Ve illumunatinin kuruluşunu (1 Mayıs 1776) ifade etmektedir.. 3’lü gruplar
halinde incelendiğinde 666 çıkar. Ayrıca, 666 sayısından Ezra’da da
bahsedilmektedir ve Babil’den Judah’a dönen insanları simgelemektedir:
Adonikam’ın çocukları altıyüz, altmış ve altı tanedir. (2:3) Adonikam
kelimesinin anlamı şudur: "Tanrı’nın övgüsüne layık."
Roma rakamlarındaki 5 temel sayıyı küçükten büyüğe doğru yazıp toplayınca da
aynı sayı çıkıyor. D = 500, C = 100, L = 50, X = 10, V = 5, I = 1 = 666 Ve
kehanetin sonu şöyle. Dolardaki piramid 18 katlı idi.. 1776’dan başlayarak, her
basamağa 13 eklerseniz, piramidin 2010’da tamamlandığını görürsünüz.. 1945 –
1971, ara bir zamandır. Son evre 1971’de başlar. 84, 97 ile devam eder ve
2010’la tamamlanır.. 2010 yeni çağın başlangıcı olacaktır.[16]
MDCCLXXVI ve İlluminati
MDCCLXXVI, bize ayrıca İlluminati’nin kuruluş yılını da verir:
M – 1000, D – 500, C – 100, C – 100, L – 50, X – 10, X – 10, V – 5 I – 1 =
l776 (May 1st) [15][17]
Piramidin altında ki rakamlar (MDCCLXXVI) 1776 tarihini gösterir.Bu tarih,
İllüminati’nin kuruluş tarihidir.İlluminati "Aydınlanmışlar" anlamındadır
ve Efendiler denilen süper zenginlerin yönettiği bir dünya komplosudur. 1772
yılında Wilhelm-Bader Kongresinde, masonlar İlluminati ile birleştiklerinden bu
tarih, masonlar için de önemlidir.[18]
Temelinde "aydınlanma, ruşenilik, vahdet-i vücud felsefesi" gibi
muhtelif felsefi akımların etkisi olduğu iddia edilen İlluminati hareketi, 1
Mayıs 1776’da Adam Weishaupt tarafından Almanya’nın Bavyera eyaletinde
kurulmuştur. Daha doğrusu o tarihte bir İlluminati örgütlenmesi ortaya
çıkmıştır. Weishaupt, Ingolstadt Üniversitesi’nde hukuk profesörü iken masonik
eğilimlere merak sarmış ve bir gizli örgüt kurmuştur. 1779’a gelindiğinde
İlluminati örgütünün 54 üyesi bulunuyordu ve Bavyera eyaletinin dört şehrinde
teşkilatlanmıştı. Örgüt üyeleri ağırlıklı olarak masonik kimlikleri öne
çıkarıyorlardı.
Almanya’daki din adamlarının hemen tamamı Illuminati şebekesine düşmandı.
Bunun sebebi elbette onun, Hıristiyanların değerleriyle alay eden, bu değerlere
iğrenç bir şekilde saldıran Tapınak Şövalyeleri’nin devamı olduğunun tahmin
edilmesiydi. Ayrıca Illuminati üyeleri zaman zaman yönetimi de hedef alan
yayınlar yapıyorlardı. Bu yüzden 1784’te teşkilatlarına bir polis baskını
gerçekleştirildi ve birçok üyeleri göz altına alındı. 22 Haziran 1784 tarihinde
de Bavyera Elektörü bir ferman yayınlayarak Illuminati örgütünü tamamen kapattı.
Örgütün üyelerinin çoğu tutuklandı. Başta lider Weishaupt olmak üzere birçok
üyesi de ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Aynı ferman 1785 Ağustos’unda
tekrarlandı ve böylece Bavyera’da sadece İlluminati değil, masonluk da silinmiş
oldu.
Bavyera’da Illuminati ve masonluğun yasaklanmasının Avrupa ve Amerika’da ciddi
bir etkisi oldu. Bayağı korku ve telaşa kapılan diğer ülkelerdeki masonlar
kendilerine de yasak getirilmemesi için büyük bir gürültü kopardılar. Öyle ki
ABD başkanı George Washington, tereddütlere kapılan Amerikalı masonlara güvence
verme ihtiyacı duydu.
Bavyera’da yasaklanan Illuminati ve mason teşkilatları çok geçmeden yer altı
örgütleriyle faaliyetlerini sürdürdü. Fakat bu kez Almanya dışına da uzanarak
tüm Avrupa’da teşkilatlanmak için faaliyetlerini hızlandırmaya başladı.
Örgütlenme çalışmalarını hızlandırmasında Johann Bode adlı bir masonun önemli
katkıları oldu. Bazı kaynaklara göre Goethe, Mozart, Schiller ve Herder gibi
birçok ünlü bu örgütün saflarına katılmışlardır.
Yeraltı teşkilatlarının yapılandırılmasında farklı isimler kullanıldı. Örneğin
Fransız Devrim Kulübü ve Jacobin Kulübü Illuminati hareketinin devamını sağlamak
için kurulmuş oluşumlardır. Bunlar asıl önemli faaliyetleri yer altından
yürütüyor, ama masonluğun çok fazla murakabe altında olmadığı yerlerde salon
toplantıları da düzenliyordu. Fakat bu toplantıları yine de halka açık değil,
sadece üyelerin katılabildiği türden toplantılardı. Örneğin Jacobin Kulübü için
tutulan salona 1300 üye katılıyordu. Tamamen üyelere mahsus ve gizli olarak
düzenlenen bu toplantılara Fransa’nın en iyi eğitim görmüş ve en etkin kişileri
katılırdı. Jacobin’lerin ideali, tüm kurumları ve krallığı ortadan kaldırarak
adına "Yeni Dünya Düzeni" ya da "Evrensel Cumhuriyet" dedikleri
bir düzen kurmaktı.
Illuminati, kelime olarak aydınlıkçılar veya aydınlananlar anlamına geliyor. Kök
olarak İtalyanca’dır. Fransızca’da ışık anlamına gelen ‘la lumière’
kelimesi de aynı kökten gelir. Birçok araştırmacının ortak tespitine göre fikri
altyapısı ve temeli Tapınak Şövalyeleri’ne dayanıyor. Kuruluşundaki amacı Avrupa
masonluğunu bir çatı altında birleştirmekti. [19]
Her şeyi Gören Göz (Horus’un Gözü) ve Masonluk
Her şeyi gören göz (mısır tarihi) horusun gözü. lucifer’in her şeyi gören
gözü anlamına gelir. gözyaşı damlası etkisi altında olmayan ruhlar yüzünden
kederlendiğini gösterir.[20]
Her şeyi gören göz sembolü konusunda bilinen en eski Masonik referansa 1772
yılında yayınlanan William Preston’un “Üstat Mason Derecesi Konferansları”nda
rastlıyoruz. Preston konferansında Her Şeyi Gören Gözden şöyle bahsediyor:
“Çıplak kalbe doğrultulmuş kılıç, adaletin er geç bizi yakalayacağını
göstermektedir; düşüncelerimiz, sözlerimiz ve davranışlarımız insanların
gözünden saklı kalabilse de, güneşin, ayın ve dahi yıldızların itaat ettiği,
kuyrukluyıldızların o müthiş dönüşlerini gözetiminde yaptığı, insan kalbinin
derinliklerine hakim olan ve liyakati ödüllendiren o Her Şeyi Gören Göz’den
saklı kalmaz.”
Göz hiç bir zaman uyumaz. Bu anlamıyla bazı obediyanslarda Üstadı Muhterem ve
Önceki Üstadı Muhteremlerin önlüğünde yer alır. En eski Her Şeyi Gören Gözün yer
aldığı önlük, Marquise de Lafayette tarafından el işlemeleri yapılmış (aslında
bir Fransız Manastırında rahibeler tarafından yapılmıştır) ve Marki tarafından
Amerika’ya getirilerek General George Washington’a 1784 yılında hediye edilmiş
olanıdır. Bu olay da göstermektedir bu amblem o tarihe kadar masonik bir amblem
olarak tanınmamaktadır. Masonik önlüklerin o dönemde ayak bileğine kadar inen
deri önlükler olduğunu ve üzerini her hangi bir amblemle süslemenin çok güç
olduğunu unutmamamız gerekir. Ancak Spekülatif Masonların sayılarının ve
etkilerinin ağır basması ile kumaştan veya başka materyallerden yapılan önlükler
kullanılmaya başlanmış ve bundan sonra önlüklerin üzerinde amblemler görülmeye
başlamıştır.
Öte yandan Mackey Ansiklopedisi’nde, Her Şeyi Gören Göz’ün dinsel içeriği
yanında daha farklı “omniscience” (her şeyi görme ve bilme, gözetme,
izleme) kavramlarının bulunduğu, hukuk ve yönetime ilişkin dünyasal anlamlarının
da olduğu, sözgelimi Kanun’un izleyen ve her şeyi gören, bilen özelliğinden de
bahsedildiği, aynı şeyin Devlet için de söz konusu olduğu ifade ediliyor. Eğer
ilk Hürmasonların “omniscience” sembolü var idiyse bunun illa da ilâhi
bir “omniscience” olması gerekmez” deniliyor.Her Şeyi Gören Göz’ü, ilâhi
gözetim sembolü olarak düşündüğümüzde, bu gözetimin amacının insanoğlunun
gizlediği suçları yargılamak değil de, gizlediği erdemleri mükâfatlandırmak
olduğunu düşünmek daha doğru olur. Her Şeyi Gören Göz’ü, Kardeşimiz Locaya devam
etmese de, hastalık veya bir kaza nedeni ile evinde hapis kalsa da veya başka
bir yere taşınmış olsa da onu hiç gözümüzden ırak tutmamak ve gözetimimiz
altında tutmak anlamında Masonik “omniscience” gözetim olarak da
kullanabiliriz.
Her Şeyi Gören Göz, 17. 18. asırlarda çokça kullanılan kültürel ikonografinin
bir bölümü idi. Üçgenin içine konduğunda güçlü bir teslis doktrinini ifade
ederdi. Masonik ritüel ve sembolizmanın evrimi bu döneme rastlaması nedeniyle
toplum tarafından çok iyi bilinen ve tanınan bu sembolün bir şekilde Masonluğa
girmesi pek şaşırtıcı değildir. Belki de 3 rakamının önemi veya çok kullanımı
nedeni ile üçgen tercih edilmiştir. Üç derece, Locanın asıl görevlilerinin üç
kişi olması, vs gibi…
Her şeyi gören göz’e ülkemizin topraklarında sıklıkla rastlıyoruz.
Sultanahmet Meydanı’nda ki Dikilitaş’ta olduğu gibi…[14]
Üstteki resimdeki "kurukafa"ya dikkat edin. George Walker Bush,
masonların Skulls and Bones Society (Kuru kafa ve Kemikler) Siyah Mason
Locası’na üyedir. (SBS) .
Tek Göz, Masonluk ve Deccâl
Harun Yahya’ya göre; Masonların tek göz sembolü, Deccal’in sembolüdür.
Peygamber Efendimiz (S.A.V.) ‘den rivayet edilen bir hadiste şöyle
buyrulmaktadır:
"Deccal’in tek gözü vardır." [21]
Yine İbn-i Abbas radıyallahu anhuma der ki; "Rasulullah sallallahu aleyhi
ve sellem namazının sonunda dört şeyden sığınırdı. Derdi ki;
نﻤ ﷲﺎﺒ ذوﻋأ رﺎﻨﻟا باذﻋ نﻤ ﷲﺎﺒ ذوﻋأ و
رﺒﻘﻟا باذﻋ نﻤ ﷲﺎﺒ
ﺔـﻨﺘﻓ نـﻤ ﷲﺎـﺒ ذوﻋأ نطﺒ ﺎﻤ و ﺎﻬﻨﻤ رﻬظ ﺎﻤ نﺘﻔﻟا
"Kabir azabından Allah’a sığınırım, Cehennem azabından Allah’a sığınırım.
Açık ve gizli fitnelerden Allah’a sığınırım. Ve tek gözlü yalancı
Deccal’den Allah’a sığınırım." [22]
İbni Ömer radıyallahu anhuma, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’den rivayet
ediyor; "Şüphesiz Dec23üyük ve kızıl bir bünyeye sahip, kıvırcık saçlı,
tek gözü kör olup sanki yerinden fırlamış üzüm tanesi gibidir."
[23]
İbni Ömer Radıyallahu anhuma hadisinde; "Sağ gözü kör olup, fırlamış üzüm
tanesi gibidir" diye geçmişti. Bu hadisin Arapça Metninde geçen "Tafie"
hemze ile yazılır ise; "ziyası gitmiş, sönük" manasına gelir. Hemzesiz
olarak "Tafiye" olursa; "Yerinden fırlamış üzüm tanesi" demek
olur.[22]
Huzeyfe radıyallahu anh hadisinde; "Kıvırcık saçlı ve sol gözü kördür"
diye geçti ve bir rivayette; "Kör olan gözü, sol gözüdür" [24],
aynısı Enes, [25] Semura Bin Cündüb [26] ve Cünade Bin
Ümeyye radıyallahu anhüm’den rivayet edilmiştir.[27] İbni Abbas
radıyallahu anhuma hadisinde; "Gözü sabah yıldızı gibidir" [28]
Huzeyfe radıyallahu anh hadisinde; "Sağ gözü mesh olunmuştur. Diğer gözü
ise güneş parçası gibidir" [29] Ondan diğer rivayette; "gözü
mesholunmuştur" [30] geçer. Ubey Bin Ka’b radıylalhu anh
hadisinde; "bir gözü yeşil cam gibidir." [31]
Sefine radıyallahu anha rivayeti; "Sol gözü kör, sağ gözü et ile kaplı
gibidir" [32]
Diğer bir rivayette de sol gözü et ile kaplı olarak vasıflanır.[33]
Hadisin Arapça metninde geçen "zufre" kelimesi; burundan göze doğru çıkan
bir çeşit deridir. Onun güzünün böyle olması, bahsedilen gözünün sağlam
olmamasına mani değildir. Belki bu gözbebeğinin ardında kalacak şeklidedir.
Ubade Bin Samit radıyallahu anh hadisinde; "Kısa boylu, çarpık bacaklı,
kıvırcık saçlı, tek gözlü, göz yuvası ne çukurdur, ne de şişkin." [34]
diye tarif ediliyor.
Ebu Said el Hudri radıyallahu anh hadisi; "Gözbebeği yerinden fırlamış
gibi ve kördür. Gizli değildir, parlayan yıldız gibidir." [35][22]
Hadislerde belirtildiğine göre, Deccal’in yalnızca tek gözü vardır. Bu,
Deccal’in en belirgin özelliğidir. Masonluk, Deccâlî sistemi temsil ettiğinden
ve doğrudan şeytana taptığından, Deccal’in en belirgin özelliklerinden birini
kendisine sembol edinmiştir. Bu sembol, hemen her Masonik yapılanmada karşımıza
çıkan “tek göz” sembolüdür. Özellikle üçgen içinde tek göz, mason
localarının çok iyi bilinen simgesidir ve adeta masonluğun bir numaralı işareti
durumundadır. Masonluk konusunu ele alan kaynakların büyük bölümü, tek göz
sembolüne mutlaka vurgu yapar.
Masonlukta söz konusu göz sembolü, “her şeyi gören göz” olarak tarif
edilmektedir. Masonlar bu gözün, taptıkları sözde büyük gücü simgelediğine
inanırlar. İşte, masonların kendisine taptıkları ve büyük güç olarak tarif
ettikleri “her şeyi gören göz”, Deccal’in tek gözüdür.[36]
Mesih kelimesi, Hz. İsa için de, Deccal için de kullanılır. Fakat ikincisi
daima "Deccâl"‘ ilâvesiyle birlikte bulunur. Deccâl’a Mesih denilmesi;
hayır yönünün kalmaması, tek gözlü olması veya çıktığı zaman yeryüzünü çok kısa
sürede dolaşabilme özelliğine sahip olmasıdır. İlâhlık davasında bulunması,
hakkı bâtıl göstermesi, hilekârlık, yalancılık onun vasıflarındandır. Hayatın
fitnesi, dünyaya aldanmak, şehevi arzuları meşrû olmayan şekilde kullanmak,
cehâletin arkasında koşmak ve en kötüsü ölüm sırasında imtihana tabi
tutulmaktır. Ölümün fitnesi ise; ölen kimseye görevli meleklerce sorulan,
"rabbin kimdir?" sorusuna, şeytanın, bu kimsenin karşısına geçip; "Şüphesiz
rabbin benim" diyerek onu yanıltmaya çalışmasıdır (Tirmizî) [37]
Peygamberimiz (sav), Deccal’in gizlilik içinde hareket edeceğine işaret
etmiştir:
"Deccal yola çıkıp ilk defa Dımşk şehrinin doğuya bakan kapısının yanına
gelecek… ARANACAK, FAKAT YAKALANMAYACAK… Sonra Kisve nehrinin sularının
yanında görülecek… ARANACAK, NE TARAFA GİTTİĞİ BİLİNMEYECEK…"
Hadis-i şerifte, "Deccal’in aranacağının, ancak bulunamayacağının"
bildirilmiş olması, gizli olarak hareket edeceğine işaret etmektedir. Deccal,
açık olarak ortaya çıkacağı dönem gelinceye kadar fazla dikkat çekmeden,
insanları ajite etmeden, yavaş ve derinden faaliyet gösterecektir. Bu dönem
boyunca, Deccal ve taraftarları için gizlilik esas olacak, bu amaçla gizli
teşkilatların desteğini alacaktır. Bu gizliliğin bir gereği olarak Deccal, derin
devletler oluşturup onların başına geçecek, adeta "görünmez bir güç" gibi
hareket edecektir. Bu sayede sinsi bir şekilde bozgunculuğu organize edecektir.
Bediüzzaman Said Nursi de Deccal’in masonluk gibi gizli teşkilatların desteğini
alacağına dikkat çekmiştir:
"… DECCAL… MASONLARIN KOMİTELERİNİ ALDATIP MÜZAHERETLERİNİ
(korumasını, desteğini) kazandıklarından dehşetli bir iktidar zannedilir…"
Üstad’ın da belirttiği gibi Deccal, dünya masonluğunu bir nevi gizli ordusu
olarak kullanacaktır. Bu gizli teşkilatın toplantılarında, Deccal’in
önderliğinde Müslümanların aleyhinde gizli kararlar alınıp, uygulamaya
konulacaktır. Nitekim, dünyanın farklı köşelerinde Müslümanları hedef alan
baskının, zorun ve saldırıların birbiriyle benzerliği herkes tarafından kabul
edilmektedir. Bu, söz konusu eylemlerin tek merkezden yönlendirildiğinin önemli
bir delilidir. Bediüzzaman Said Nursi, Deccal’in İslam dünyasını baskı altına
alacağını, salih Müslümanlara zor ve çetin günler yaşatacağını sözlerinde
bildirmiştir:
"… DECCAL GİBİ nifak (ikiyüzlülük) ve zındıka (küfür) başına geçecek
eşhas-ı müdhişe-i muzırraları (zarar veren müthiş şahısları) … beşerin hırs ve
şikakından (iki yüzlülüğünden) istifade ederek az bir kuvvetle nev-i beşeri
(insanları) herc-ü merc (darmadağın) eder ve koca ALEM-İ İSLAMI ESARET ALTINA
ALIR." [38]
DECCAL ortaya çıkmadan önce oluşacak işaretlerin çoğu bugün
gözlemlenebilmekte. Bir şey var ki çok kesin, eğer sizler Anti Christ’in
gelişine şahit olmayacak kadar talihliyseniz, mutlaka çocuklarınız görecek onu.
Deccal’ın gelişinden önce, bizlere bildirildiğine göre, onun dönüşünü bekleyecek
bir SİSTEM –DECCAL’ın sistemi- kurulacak. Bu DECCAL’ın Sistemi tarihteki en
şeytani, en baştan çıkarıcı şeytani kafir güç olacaktır. Bu sistem; yoğun bir
biçimde ahlaksızlığa (Homoseksüelliğe, Zinaya, Fuhuşa) Ateizme, Şeytana
tapınmaya, TEFECİLİK yapmaya, sarhoşluk verici maddeleri kullanmaya (Alkol ve
Uyuşturucu), suç işlemeye, adaletsizliğe, işkenceye, kalem fitnesine
(pornografik magazin vs), savaş çıkarmaya, Kıtlığa, Katliamlara, Tecavüze haddi
hesabı olmayacak ölçüde acıya yol açar.
Bu Deccal sistem, elbette ki bizim bildiğimiz HÜR MASONLUKtur. Birleşmiş
Milletlerdeki, AET’deki ve Britanya Parlemantosu’ndaki her mevki Mason olan
kişiler tarafından ele geçirilmiştir. Hür Masonluğun İngiltere ve Galler
bölgesinde 700.000 civarında mensubu vardır ancak Britanya toplumu onlar
hakkında pek birşey bilmiyor. Hür Masonlar gizlice, JAHBULON olarak bilinen
şeytan-tanrıya ibadet etmektedirler. (Daha detaylı bilgi için Hür Masonluk
hakkında uluslararası platformda en çok satan Stephen Knight tarafından yazılan
“The Brotherhood” adlı kitabın 230-240. sayfaları ve David M Pidcock’un
“Satanic Voices” adlı eserlerine bakınız.) [39]
Şeytan, Hz. Adem devrinden beri hep aynı aldatmacayla insanları saptırmaya
çalışmıştır. Bu aldatmaca, Allah inancını reddeden, tüm varlıkların tesadüfen
meydana geldiklerini savunan Darwinizm’dir. Masonluk da Hz. Adem devrinden beri
devam eden, şeytani bir örgütlenmedir. Ve bu deccal sistemi de, şeytanın en
büyük oyununu kullanarak insanları aldatır. Kendisine doğayı, şuursuz
tesadüfleri ilah edinmiş olan deccali sistem masonluk, aslında yalnızca şeytana
hizmet eden sapkın bir dindir.
New Age akımının kurucusu ve Fransa’daki Meşrik-i Azamlığı’na bağlı 32.
dereceden mason olan Madame Petrovna Blavatsky bu konuyla ilgili şunları
söylemektedir:
"…Gezegenimizin ilahı ve tek ilah şeytandır." [40]
Mason yazar Eliphas Levi, kendi liderinin Baphomet, diğer adıyla şeytan olduğunu
açıkça ifade etmektedir. Eliphas Levi’den ilginç bir alıntı şöyledir:
"Aydın Lucifer (şeytan), … kutsal ruh’tur, fiziksel anlamda Lucifer ise
evrendeki manyetizmanın en büyük etkenidir." [41]
Albert Pike’nin kitabı "Morals and Dogma" (Ahlak ve Dogma) hala ABD’de
İskoç Riti Masonluğu üyelerine tavsiye edilir ve iyi tanınmış mason yazarlar
tarafından masonluğun Eflatunu olarak isimlendirilmiştir. 33. dereceden mason
olan Albert Pike’nin "Morals and Dogma" adlı kitabındaki açıklaması
şöyledir:
"LUCIFER (şeytan), ışığın kaynağı! Karanlığın Ruhu…"
Petrovna Blavatsky, bu kavramı şöyle özetlemiştir:
"Lucifer ilahi ve dünyevi bir ışıktır, ‘Kutsal Hayalet’ ve ‘Şeytan’dır…"
[42]
Yine New Age hareketinin öncülerinden filozof mason David Spangler’in bu
konudaki görüşleri ise şöyledir:
"Lucifer (şeytan) bize bütünlüğün son bağışını vermeye gelir. Eğer bunu kabul
edersek, o zaman özgür olur ve biz de özgür oluruz. Bu Lucifer başlangıcıdır.
Bu, şimdi ve önümüzdeki günlerde pek çok insanın yüzyüze geleceği bir şeydir,
çünkü bu, New Age’in başlangıcıdır .” [43]
Masonlar, açıkça, şeytanın himayesinde hareket etmekte ve onun emirlerini yerine
getirmektedirler. Bu gizli tarikatta en önemli sembol olarak kullanılan
“her şeyi gören göz”, “Lucifer’in gözü” olarak tasvir edilmektedir.
[44] Bunun dışında tüm masonik semboller de aynı amaç için
tasarlanmıştır. Tersine yıldız, Baphomet (keçi şeklinde şeytan) adını taşır ve
şeytan’ın sembolüdür. Büyücülükte tersine beşgen yıldız yalnız bir amaçla
kullanılır, şeytan’ın gücünü çağırmak için! [45] Dolayısıyla tüm
masonik semboller aslında masonluğun temelinde yatan inancı, yani şeytana
tapınmayı sembolize etmektedir.
Daha önce detaylarını belirtmiş olduğumuz Lucifer doktrininin fikir babası 33.
Dereceden mason Albert Pike ve onun şeytan doktrini ile ilgili olarak yazar John
Daniels şu açıklamayı yapmaktadır.
«Albert Pike, “Lucifer Doktrinini” birçok mason biraderine öğretti. En
heyecanlı öğrencileri Lucifer Doktrinini en ileri seviyede uygulayan Bismarck ve
Mazzini’ydi. Bu üçlü birlikte masonluğu kullanarak iki dünya savaşı çıkardılar
ve bunun ardından “dünyanın Lucifer’e Tanrı olarak tapınmaya hazır olmasını”
sağlayacaklardı.» [46]
Masonların şeytan ile bağlantılarının en büyük örneklerinden birini ise, 33.
derece mason olan İngiliz Alesteir Crowley teşkil etmektedir. Satanist olan
Crowley, aynı zamanda Doğu Tapınakçıları Locası (Ordo Templi Orentis – OTO)
üstad-ı azamdır. Crowley’in annesi, oğlunun İncil’deki Canavar’ın tezahürü
olduğunu söylemektedir. “Yaşayan en kötü insan” ünvanını taşıyan Crowley,
masonik ritüeller doğrultusunda, kendisi ile bağlantıda olan kişilerin büyük bir
kısmının dehşet verici ölümlerine sebep olmuştur. Crowley’in, şeytana, 150 genç
erkek kurban ettiği iddia edilmektedir.[47]
33. dereceden mason olan Crowley’in aşağıdaki şiirleri, masonik sistemin altında
yatan asıl şeytani gerçeği açıkça gözler önüne sermektedir:
«Kanımı şeytanın ellerine bağlıyorum
Bütün hepsi ellerimin arasında
Sana, Canavar, senin kontrolüne,
Kendimi rehin veriyorum, bedenimi, zihnimi ve ruhumu.» [48]
«Nefret edilen işime, işim üzerine yemin ederim,
Her konuda dikkatsizim, fakat tek bir konuda ödül alırım,
O da tanrımız olan şeytanın mutluluğudur.» [49]
Masonluğun, Allah inancını ortadan kaldırma ve bunun yerine şeytanın
buyruklarını esas alan bir deccal sistemi getirebilme gayesi, dönemin
Hıristiyanları tarafından da teşhis ve ifade edilmiştir. Katolik dünyasının
lideri Papa XIII. Leo’nun 1884 tarihli ünlü Humanum Genus adlı fermanında
masonluk ve faaliyetleri hakkında çok önemli tespitler vardır. Papa şöyle
yazmıştır:
«Zamanımızda masonluk isimli, çok yaygın ve kuvvetli bir örgüte sahip bir
derneğin desteği ve yardımıyla, karanlık kuvvetlere tapanlar olağanüstü bir
gayret içinde birleşmiş durumdalar. Bunlar artık niyetlerini gizleme ihtiyacı
duymadan Tanrı’nın Yüksek Varlığı ile mücadele etmektedirler… Masonların
istekleri ve bütün çabaları aynı amaca yönelmektedir: Hıristiyanlığın gereği
olan her türlü sosyal ve dini disiplini tamamen yıkmak ve yerine prensiplerini
natüralizmden alan ve kendi fikirlerine göre şekillenmiş yeni kuralları
oturtmak.» [50]
Şu anda Deccali sistem, masonluğun idaresi altındadır. Dünya masonluğunun
lideri görev başındadır ve Deccal’in yanında bulunan yalancı peygamber, mason
Moon tarikatının lideridir. O da, şu an halihazırda peygamberlik ilan etmiş
durumdadır. Birlikte dünyayı gitgide artan bir sapkınlığa ve zulme
sürüklemişlerdir. Masonik sistemin dünya üzerindeki hakimiyeti halen devam
etmektedir.[51]
Papa’nın belirtmiş olduğu bu gerçek, üst düzey masonlar tarafından da çok defa
dile getirilmiştir: Türk mason localarının 1923’de yayınladığı "Meşrik-i Azam
İçtimai Zabıtları"nda masonların sapkın felsefeleri şöyle ifade
edilmektedir:
«Biz artık Allah’ı hayat gayesi olarak tanımayacağız. Biz bir gaye yarattık.
O gaye Allah değil, beşeriyettir. Bugün yavaş da olsa, şuuru tam manasıyla
tatmin edebilecek tek ve evrensel bir din teşekkül etmektedir… Bu evrensel
dine paralel olarak, bir de dünya görüşü ölçüsünde ahlak kurulacaktır… Böyle
bir din insanı kainatla birleştirecektir. İşte bu MASONİZM’dir… Komünyonun
manası olan inanç birliği yapıyoruz burada biz.» [52]
Masonlar, deccal sisteminin bir gereği olarak, kendilerini sezdirmezler. Gerçek
yüzlerini hiçbir zaman ortaya çıkarmaz, şeytanı sahte ilah edindiklerini, Allah
inancını inkar ettiklerini açık açık söylemezler. Çünkü eğer söylerlerse, samimi
ve dindar halkı karşılarına alacaklarını bilirler. Zaten bu sebeple, İncil’de ve
hadislerde belirtilen deccal, kendisini peygamber ilan eden, Allah’ı inkar
etmesine rağmen, sahte dindar görünümü ile ortaya çıkacak olan bir aldatıcıdır.
Deccal, yani şu an deccaliyeti temsil eden masonluk, aynı sahte görünüm ile
ortaya çıkmış ve şeytana tapınan sapkın bir din olduğunu insanlardan gizlemeye
çalışmıştır.
Bu amacı gerçekleştirebilmek için masonlar, çeşitli kılıklara bürünerek
oyunlarını devam ettirirler. Örneğin Dünya Kiliseler Birliği ve Ulusal Kiliseler
Konseyinin mason liderleri bulunmaktadır. Eski Christian Science Monitor
dergisinin editörlerinden bir kısmı masondur.13 Müslüman din alimleri arasında
da mason olanlar bulunmaktadır. Bu tür kurumlara sızarak masonlar, kendi
amaçlarına ulaşabilmek için yol ararlar. Amaçları ise, dindar görünüm altında
insanlığın Allah inancından uzaklaşmasını sağlamak ve onları, kendileri gibi
şeytanın birer hizmetçisi haline getirebilmektir.
Bu görevi onlara veren şeytandır. Üstad masonlar, doğrudan şeytan ile bağlantıya
geçebilen kişilerdir. İki yüz, üç yüz kişilik toplantılar sırasında şeytandan
direktifler alan bir üstad mason, şeytanın kendisine emrettiği şeyleri birer
birer sıralamaya başlar. Şeytanın emri, genellikle hep kan dökülmesidir. Hatta
kimi zaman şeytan, direk görüntü olarak kendilerine görünmektedir. İşte bu
sebeple, masonlar şeytandan ölesiye korkarlar. Masonlar, bu ritüelleri, kendi
kitaplarında anlatmakta ve şeytanın emirlerine mutlaka uymaktadırlar. Masonlar,
doğrudan şeytana taparlar. Şeytanın direktiflerine göre hareket ederler.[53]
İLGİLİ YAZILAR
2004total visits,2visits today