Türkiye'ye Eyalet Sistemi Lazım!
Selam Ordaki!
Bir ülkenin geleceği, geçmişi ile organik bağlarını koruduğu ölçüde yükselebilir. Bunun içindir ki Türk Devriminin siyasi ve hukuki ayağı gerçekleşirken bütün dünyayı etkileyen düşünceler, gelişmeler ve yöntemler incelenmiş ama çözümün kendisi, yine bu topraklardan çıkarılmıştır.
Örneğin sosyal devlet ve halkçılık anlayışında sol görüşün savunduğu iyi özelliklerin izi bulunabilir; fakat halkçı anlayışın kendisi tamamen Türk topraklarına ve insanına uygun bir anlayış olarak ortaya çıkmıştır.
Ya da laiklik anlayışı ile İslam felsefesinin de hedeflemekte olduğu din ve vicdan özgürlüğü halka verilmiştir.
Sonraları eyleme geçirilişlerinde farklılıklar veya yanlışlar olabilir; fakat sorun, bu fikirlerin kendilerinde değildir.
Devletleşme açısından gelişmiş ülkelere bakıldığında da organik bağın korunmuşluğu ölçüsünde bu devletlerin gelişmekte olduğu görülmektedir.
Mesela Almanya'yı, yani Almanya Federal Cumhuriyetini ele alalım…
16 eyalet ile yönetimin yerelleştirildiği Almanya'da niçin halkın yönetime katılabildiğini anlamakta fayda var ve bunun için ülkenin ve dolayısıyla da Avrupa'nın geçmişini biraz göz önünde tutmamız gerekiyor:
Roma İmparatorluğunun yıkılışından ulusal merkezi krallıkların kuruluşuna kadar geçen süreçte Avrupa'da hangi yönetim hakimdi?
Şu an ilgilenmese bile ortaöğretim sıralarında tarih bilgisinin üzerine azıcık düşmüş dedelerimiz bile bu cevabı rahatlıkla verebilir: ''FEODALİZM'' yani ''DEREBEYLİK''
Kavimler Göçünün etkisiyle barbar Avrupa toplulukları, kıta sahası içerisinde yer değiştirmeye başlamıştı. Onca yıl devam eden Türk Göçü, Avrupalı krallıklar için bir sorun daha ortaya çıkartıyordu:
Türkler, devletleşme anlamında gelişmiş olduklarından ötürü kendi devletlerini kurmaya ve yeni yerler fethetmeye başlamıştı.
Avrupalı krallıklar, ellerindeki topraklara merkezden ordu göndererek sahip çıkamayacağını anlayınca feodal beyler, yani derebeyler, toprakları korumak için ayrıcalık elde ettiler ve yüksek duvarlarla çevrili, çok yerleşimli kaleler, şatolar inşa ettiler.
Soylu olmayan her insan, soysuzdu. Dolayısıyla tarlada veya ahırda çalışacak alt sınıf bir insandan daha da fazlası değildi. Dışarıda barbar Avrupa kavmi tehdidi olduğundan ötürü yıllarca yüksek duvarların ardında yaşayacak bir insan topluluğu ortaya çıkmıştı. Duvarın ardına geçmeleri gerektiğinde de derebeylerin askerleri insanlara eşlik ediyordu, çünkü Avrupa'da askersiz gezinmeye çalışmak Azrail'e selam vermek anlamına geliyordu.
Hâl böyle olunca…
Yıllarca beraber yaşamış, aynı kültürü eşit oranda yükseltmiş insanların bağı kesilmiş oldu. Öncesinde beraber yaşayan Avrupalı insanlar, Roma'nın yıkılışından ulusal monarşilerin kuruluşuna kadar geçen uzun bir süreçte birbirlerinden bağımsız, çoğu zaman da habersiz şekilde yaşadılar. İçlerine kapanık yaşam, dışla bağlantılarını toplumsal anlamda yitirmelerine yol açmıştı.
Bu süreçte yedikler yemekler, ettikleri danslar ve hatta konuştukları dil bile birbirinden öyle farklılaştı ki, bir Berlinli Alman ile Münihli Alman'ın ''gaz çıkarmak'' konusunda takındıkları ''ayıp'' tutumu bile farklılık gösterebiliyordu artık. Veya bugün Almanya'nın Bavyera Eyaletine baktığınızda ''Freistaat Bayern'' yani ''Özgür Ülke Bavyera'' sloganını resmi slogan olarak görebiliyordunuz.
Gaz çıkarmak konusunda bile ortak bir yargıda bulunamayan; kendisini, edindiği yeni kimlik ile farklı hisseden Avrupalı toplumlar, yeniden ulusal tek devletleşme yolunu seçtiklerinde de ortak bir irade geliştiremediler. Herkesin yüzlerce yıldır altında yaşadığı bayrak, konuştuğu dil, gördükleri eğitim, yedikleri yemek, edindikleri kültür farklılaşmıştı.
Hatta Fransa sınırına yakın yaşayan Almanlar, Berlin'deki Almanlardan çok daha fazla etkileşimi Fransızlarla yaşamıştı. Çünkü içlerine tıkılı yaşadıkları kalelerden çıktıklarında yanı başlarında bulunan topluluk Fransızlardı.
Fakat Avrupa'nın ulusal anlamda tekleşmesi gerekiyordu. Çağ, bunu emrediyor; ülkeler ve milletleri böyle güçlü hale gelebiliyordu. Artık bu, su götürmez bir gerçek halini almıştı.
Bunun üzerine Avrupa'nın bu geçmişine uygun olarak en makro bütünleşmeyi sağlamak için ''Federasyon'' metodu geliştirildi. Böylece, birbirinden farklılaşmış olan aynı kökenli Avrupalı toplumlar, kendi bayrakları, kendi meclisleri, kendi yemekleri, kendi dansları, kendi giysileri, kendi kültürleri ile merkezi bir yönetime bağlandı.
Bu bütünlüğü simgeleyen bayraklar, milli marşlar uyduruldu; doğal olarak hepsi bu yapaylıkla kullanımdışı unsurlar haline geldi. Bugün bile Bavyera'daki maçlarda en çok dalgalanan şey resmi Almanya bayrağı değil, Bavyera'nın kendi bayrağıdır. Hatta ''Bayerische Motoren Werke'' yani ''Bavyera Motor Fabrikası'' yani ''BMW'', kendi ambleminde mavi damalı Bavyera bayrağını kullanmaktadır.
Alman ulusunun içerisinden geçtiği süreç tek olmayınca, yek bir bayrağı oluşturmak da anayasal cümleler ile mümkün olabilmiştir.
Tarihsel bu süreç nedeniyle, toplumların yerelliği, ulusal bütünlüğü sağlamak konusunda işi zorlaştırınca, dil, kültür, müzik, dans gibi ulusal değerleri tüm ülkeye egemen hâle getirmek için de ulusal devletleşme sürecinde çeşitli metotlar izlenmek zorunda kalınmıştır.
Benzer bir durumu Yugoslavya'da, Sovyet veya günümüz Rusya'sında, İngiltere'de, Belçika'da, ABD'de ve ABD'den demokrasi ithal eden ülkelerde de görmekteyiz.
Sovyet veya günümüz Rusyası'nda uygulanan eyalet sisteminin mantığı da aynıdır. Çünkü ülke coğrafyasında farklı ulusal benliklerden ''farklı'' insanlar yaşamaktadır, ortak tarihi ve kültürel bir kökenden gelmeyen ulusların varlığı da yönetimin merkezileşememesi sorununu doğurmuştur.
Belçika'da da farklı uluslarla komşu hâlde yaşamış ve onların kültürünün, dilinin, tarihinin bir parçası hâline gelmiş yerel toplulukların varlığı nedeniyle yönetimin merkezileşememesi sorunu doğmuştur. Bu sorunun bir devamı olarak Belçika, 3 tane resmi dile sahip olmak zorunda bile kalmış, bu durum günümüz Belçika'sının daha da ayrışmasına yol açmış ve toplumsal bütünlük yaratılamamıştır. En son ülkenin iç huzuru da ortadan kalkmıştır.
Yugoslavya'da etnik birlikten başka olarak tarihi, kültürel ve dilsel bağlar da ortak olmasına rağmen ''Federasyon'' yani ''Eyalet'' sistemi uygulanmış, organik bağa ters olan bu yapılanma dış müdahalelerin de etkisiyle derin bir patlak vererek toplumun kendi kendisinden başkalaşmasını kolaylaştırmış, ''toplum''un kendisini imha etmesine yol açmış ve topluluklar peydahlanmasına neden olmuştur.
Bu durumun yol açtığı küçülme ve buna bağlı olarak güçlü devletlerin uydusu hâline gelme durumu, coğrafya insanlarının göz yaşlarının hâlen sürmesine neden olmaktadır.
Bugün Türkiye coğrafyasında ahlak, kültür, namus, şeref, değer, müzik ve saymakla bitiremeyeceğimiz pek çok nitelik, ortaklık özelliğini binlerce yıldır oluşturmakta ve sürdürmektedir. Bu süreçte damak tatlarından ayıp görülen unsurlara, toplumsal hayatta konuşulan dilden yaşanılan kültüre kadar pek çok ortaklık gelişmiştir.
İki Almanya şehri olan Berlin ve Münih'te insanların ettikleri danslar veya en basitinden ''gaz çıkarma''nın ayıplık niteliği bile değişirken, Türkiye'de damak tatları bile ortak özellikler göstermektedir.
Sadece Türkiye'de de değil… Bosna'dan Orta Asya'ya kadar geniş bir coğrafyada bu ortaklığın izlerini sürmek mümkündür.
Tüm bunların tarihsel süreçteki yeri, kuşkusuz ''bağımsız'' olarak yaşamaya, vatana ve geçmişten günümüze taşınan değerlere verilen önemden kaynaklanmaktadır.
Dolayısıyla ''Eyalet Sistemi'' yani ''Federasyon'', Türkiye ile hiçbir organik bağa sahip değildir. Çünkü bu topraklar ve daha fazlasında yaşayan insanlar bütünü, geçmişte birbiri ile kopuk bir tarihten değil, tersine iç içe geçirdikleri bir geçmişten gelmektedirler. Birbirlerindan alıp birbirlerine verdikleri kızları, mutfaklarında pişirdikleri yemekleri, toplumsal hayatta birbirlerine yaklaşım şekilleri ve evlerde yaşanan kültür de bunun bir sonucu olarak ''aynı''laşmıştır.
Türkiye'nin dört bir yanında böyle bir ''aynı''lık söz konusu iken, birbirinden ''farklı''laşmış toplumların kendilerine getirdikleri çözüm, nasıl olur da bu ülkede bir çözüm olarak konuşulabilir?
Türkiye'nin üzerine kurulduğu ''ortak miras''ın yok edilmesi, sadece ve sadece eyalet sistemi ve onun niteliğini taşıyan uygulamalar ile sağlanabilir. Bu sayede onca operasyon, savaş ve kıyıma rağmen dimdik ayakta durabilen milletlerin ebediyen yok olmaları sağlanacaktır.
Bugün çeşitli siyasi oyunlar ve ortaya akıtılan zehirli fikirlerle, Türk milletinin ''ortak sevda''dan vazgeçmeye zorlanmasının nedeni de budur.
Bu geçmişi paylaşan coğrafyanın insanları ''ortak sevda''dan vazgeçtiği takdirde, geçmişten günümüze kadar sürdürdükleri birlikleri bozulacak; buna karşın bu insanlara karşı diş birliğine ve kendi içlerinde de iş birliğine gitmiş taraflar, sonsuzluk damgası vuracakları bir galibiyeti -bırakmamak üzere- ellerine geçireceklerdir.
Bosna'dan Orta Asya'ya kadar izleri sürülen bir kültürün ve birbirinden kırmızı çizgilerle ayrılmayan halkların oluşturduğu Türk milletinin imhası için, evet, Türkiye'ye eyalet sistemi lazımdır!
Etnik unsurların hukuki yer edinmesi veya etnik ırkçılığın ''demokrasi'' haline getirilişi de bu yüzdendir.
Bu davulun sesi uzaktan bile hoş değildir…
Üçüncü Şahıs
İLGİLİ YAZILAR
1831total visits,1visits today